...
3

Nereden başlasam?

Tam da MFÖ şarkısı gibi: Nasıl anlatsam? Nereden başlasam? Kaç kişiydik o zaman bak? Kaç kişi kaldı şimdi?

Koç Üniversitesi İstinye kampüsünden söz ediyorum. İşte o 25 yıl önce üniversitenin kurulduğu kibrit fabrikasından. Çok az kişiydik, çok daha azımız kaldı. Biraz da maceraperest ruhlardık herhalde çünkü çoğumuz üniversiteye katılma kararı aldığımızda ne bina vardı ortada ne de kimlerden oluşacağının tam bir listesi. İstanbul’daki ilk vakıf üniversitesi olacaktı, arkasında Vehbi Koç Vakfı vardı, başka? O kadarı yeterliydi sanıyorum.

İki yüz kadar öğrenci aldık ilk yılımızda, yaklaşık 150’si hazırlık okuluna, geri kalanlar birinci sınıfa. Yeni öğrenci almaya başlayan bir üniversite için çok yüksek puanlarla gelmişlerdi. Hem maceraperest hem de akıllı bir grup. İlk tanışmamız olan oryantasyon günlerinde hepimizden birer örnek ders vermemiz istenmişti. Mavi amfide. Mavi amfi şimdilerde İstinye Migros’un olduğu yerde herhalde hububatlardan şampuanlara olan bölgeyi kaplayan bir amfiydi. Kat kat oturuyordu öğrenciler, o zamanın yenilikleri projektörler, beyaz tahta, hepsi vardı. Örnek derse girince öğrencilere ayağa kalkmalarını söyledim. Kızların sola erkeklerin sağa dönmelerini söyledim sonra. Elinizi havaya kaldırın, tavana bakın ve tavana el sallayın dedim. Bu noktada gülüşmeler başladı haliyle. Hiç tanımadıkları bir insan kapıdan girip böyle bir komut verdiğinde niçin itaat ettiklerini sorarak başladım Psikoloji hakkında sorgulatma çabasına.

Sonra okulun açıldığı gün ilk dersim iptal edildi. Pazartesi sabah 9.30 açılış dersini benim yerime Vehbi Koç verdi. Ben 30 yaşımda henüz dört yıllık bir hocaydım, o ise Vehbi Koç. Tabii ki anlatacağı çok daha değerli şeyler vardı gençlere.

İlk dönem Psikolojiye Giriş dersini verdim, ikinci döneme ders yoktu benim vereceğim. Ama hoca eksiği vardı bir derste, COMP 100, yani Temel Bilgisayar. O yıllarda evlerde henüz bilgisayar yoktu ve COMP 100 dersi, “arkadaşlar bu elimde tuttuğum, bilgisayarın arkasına bağlanan şeye fare denir, bakın onu oynatınca ekrandaki imleç de oynuyor” diye başlardı. Ben bilgisayarcı değildim ama alaylı olarak öğrenmiştim adım adım, üstelik de uzmanı olduğum bilişsel psikolojide insan zihnini anlatmak için bilgisayar benzetmesini kullanmıyor muyduk? Bu bakış açısıyla veririm ben o dersi deyip kabul ettim, daha sonraki birçok ders gibi.

İki sene kalacağımızı düşündüğümüz o kampüste tam yedi yıl kaldık. Bize bunu yapan siyasetçilere çok kızdık. Ama şimdi bakıyorum da o kampüsün, az sayıda insanın elini her taşın altına severek koyduğu, hocaların, idari kadronun ve öğrencilerin birbirlerini tanıdıkları, yakın ve sıcak insan ilişkileri kurdukları bir yer olarak aklımda ve zihnimde bambaşka bir yeri var. Oradaki anıların başka bir yeri var aklımda; kavgalı bir ulusal psikoloji öğrencileri kongresi, sınav kâğıdı çalmaya çalışırken fare kapanına yakalanan öğrenci, bol yemekli, deneysel müzikli SanRemoKoç festivalleri, hocaların sahnede şarkı söylediği, yardım amaçlı para toplamak için öğrencilerin hocaların yüzüne pasta attıkları bahar şenlikleri ve daha birçok anı üşüşüyor aklıma.

Sonra, birdenbire baktım ki 25 yıl geçmiş.

Fotoğraf Bilgisi: Bu 1998 yılında dersimi alan bir grup öğrenci ile çekilmiş bir resim. Resimde şimdilerde öğretim üyemiz olan Terry Eskenazi, Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Tarcan Kumkale, Özyeğin Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Emrah Aktunç ve Leiden Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Berna Güroğlu da var.